DESTINY 2
“Ne için, nasıl ve nereden geldiğini bilmiyorduk. Milyonlarca yıl boyunca kendimizi yapa yanlız sandığımız bir evren içerisinde, birden bire, aniden ortaya çıktı. Önceleri ne olduğunu anlamadık. Ne için geldiğini de. Ancak Gezegenlerin arasında ahenkle dolaştığı için ona “Gezgin” adını verdik. O da bize, ölümsüzlüğü…”
Bazı oyun türleri vardır ki, öyle hikayesini bitirip köşeye atamazsınız. İçerisinde kendinizi yerine koyduğunuz bir karakter veren RPG, FRP’ler ve MMO’lardan bahsediyorum. Bu türdeki yapımlarda kendi oluşturduğumuz karakterleri, yeteneğimiz ve oyun içerisinde harcadığımız zamanla doğru orantılı olarak geliştirir, kendi zevkimize ve oyun tarzımıza göre kişiselleştirir ve adeta bizlerin sanal dünyadaki bir yansıması haline getiririz. Genellikle TPS bakış açısı ile oynanan bu oyunlara, Bungie farklı bir şekilde yaklaştı ve her ne kadar kendisi aksini iddia etse de, piyasanın en sağlam MMOFPS’lerinden biriyle, Destiny ile yıllar önce karşımıza çıktı.
İlk oyunun çıkışını hatırlıyorum. Her ne kadar o zamanlar konsolda oyun oynamıyor olsam da, Destiny’nin o, nasıl anlatayım… Gerçekçi bir bilim kurgu havası vermesi, silahların sanki gerçekten de elimizde böyle bir teknoloji olsa, tıpkı Destiny’de olduğu gibi gözükecek olması hissiyatı, oyunun ortamlarının çekiciliği, muhteşem, olağan üstü müzikleri ve arkadaşlarınız ile oynadığınızda verdiği keyfi beni kıskandırmış, hatta sonunda bir konsol aldırmayı başarmıştı. Ancak bu konuda kendimi, tıpkı Destiny’ye geç başlayan diğer oyuncular gibi şanslı görüyorum. Çünkü Destiny ilk çıktığında, öylesine kısıtlı bir içerik sundu ki, oyuncular oyuna başladıktan çok kısa bir süre sonra sürekli olarak aynı şeyleri tekrarlamak zorunda kalmıştı, ve ne kadar aksini iddia edersek edelim, bir oyun tekrara düştüğünde, dar ağacını da hazırlamaya başlıyor.
İlk oyun yapılan güncellemeler ve gelen eklenti paketleri ile gerçekten evrim geçirdi. Yapılabilecek birçok aktivite ile oyunun gelişme hissiyatı iyileştirildi, yeni Raid’ler, yeni Strike’lar, PvP mod’ları vs derken, ilk çıkışından hayli farklı bir yapım karşımıza dikildi. Zaten Destiny’nin ilk zamanlarında oyuna başlayan kiminle konuştuysam ve “Destiny güzel oyunmuş ya” desem, gelen itirazların sebebi sürekli olarak benim oyuna geç başlamam ve başladığımda yeteri kadar içeriğin oyunda olması gösterildi.
Şimdi ise karşımızda yep yeni bir oyun var. Ama, gerçekten yeni mi? Ya da sadece yeni olması, Destiny 2’yi güzel yapmaya yetecek mi? Gelin yavaş yavaş Destiny 2’ye giriş yapalım. Bu arada baştan belirteyim. İnceleme iki bölüm şeklinde olacak. İlk bölümünde oyun daha yeni çıktığı için ve oyunu yalnızca bir gündür oynadığım için, ilk karşıma çıkanlar, Destiny’nin ilk oyunundan direkt olarak gözüme çarpan farklılıklardan oluşacak. Oyun için son sözü, puanını ve detaylarını, önümüzdeki hafta oyunda yeterli seviyeye geldikten sonra vereceğim. (Bize kızmayın, Activision sağolsun oyunu çıktığı gün gönderdi…)
Şimdi, gelelim Destiny 2’ye, öncelikle cevaplamaya çalışacağım ilk soru, oyun gerçekten Destiny, 2’mi? Olacak. Şimdi oyuncu topluluğunun da bildiği üzere bir yapımın ikincisi, eskisinden daha az içerik ile piyasaya sunulursa, kendi kafasına sıkmış olur. Geçmişte bunun örneklerini, GTA IV’de, Assassin’s Creed, Call of Duty’de ve saymakla bitiremeyeceğiz birçok oyunda gördük. Öncekine kıyasla yeni oyun, daha az şey sunuyorsa, yapımcılar da kusura bakmasın ama bu devam oyunu başarılı olamaz. Bir oyun devam oyunu ise, yani bir önceki sürümün devamı, ve doğal olarak dahi iyisi olmak istiyorsa, ilk oyundan veya önceki oyundan daha fazla şey sunmak zorunda.
Destiny 2 ilk duyurulduğunda hepimiz heyecanlandık. Bunda bir yanlış yok. Ancak zaman içerisinde oyun ile ilgili ortaya çıkan bilgiler ışığında kafamızda bazı soru işaretleri oluşmaya başlamış, birçok oyuncu “Ya bu Destiny 2 değil de DLC olarak çıksa da olurmuş” yorumlarına neden olmuştu. Tabii ki dereyi görmeden paçayı sıvamamak lazım dedik ve bekledik. Dün resmi olarak sunucularının kapısı açan Destiny 2’ye ilk girdiğimiz anda, çok heyecanlanmadık çünkü ilk bölümü Beta testlerinde defalarca oynamıştık. Ancak oynamamış olduğumuzu varsayarsak, evet Destiny 2 oldukça etkileyici bir şekilde başlıyor. İlk oyunda şahsen en sevdiğim ve delikanlı dediğim düşmanlarımız Cabal’lar, ikinci oyunda en büyük düşmanımız olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların büyük çöküş sonrası sığındığı son şehre kafalama dalan Ghaul isimli Red Legion lideri, sadece şehri almıyor, Guardian’lara ölümsüzlük bahşeden Traveler’ı da adeta hapsediyor. Traveler’ın verdiği güce, insanların layık olmadığını düşünen Red Legion lideri Ghaul, kısaca Destiny 2’de ki baş düşmanımız olarak karşımıza çıkıyor.
Oyunun en başında bütün güçlerimizi, hatta Traveler’ın bize bahşettiği “ışığı” yani Light’ı bile kaybediyoruz. Tabii ki Light’sız Guardian, Guardian değildir mantığı ile, artık ölümlü olduğumuzu bilerek dikkatli bir şekilde bizleri kısa bir yolculuk bekliyor. Spoiler vermek istemediğim için detaya girmeyeceğim ancak, oyunun başı ve hikayesi kısaca böyle.
Şimdi yavaş yavaş Destiny 2’nin oyunun ilk Destiny’den ilk bakışta ne gibi farklara sahip olduğunu kısaca belirtmeye çalışalım. Öncelikle ilk göze çarpan değişiklik silah sisteminde önümüze çıkıyor. İlk oyunda bir adet ana silahımız ve iki adet özel silahımız vardı. Ana silahımız sürekli olarak elimizde gezinirken, yan silahlar için özel mermiler bulmak zorundaydık ve bu mermiler her zaman bulunamıyordu. Hatta PvP mod’unda nerdeyse tüm oyun boyunca ana silahımız ile koşuşturuyordur. Destiny 2’de ise bu durum değiştirilmiş. Artık ana silah mantığı ile kullanabileceğiniz iki adet silahınız var. Bunlardan biri Kinetic Weapons, diğer ise Energy Weapons olarak adlandırılmış. Öyle ki örnek veriyorum, iki adet Pulse Rifle’ınız var, bunlardan biri Energy, diğeri ise Kinetic olabilir ve ikisini de kullanabilirsiniz. Destiny 2 ile gelen bu yeni özellik, oyunun akıcılığı ve dinamikliği açısından olumlu bir değişiklik olmuş.
Artık oyunda iki adet ana silahımız var.
Destiny 2 ile ilk bakışta karışımıza çıkan bir diğer yenilik ise yetenek ağacında ortaya çıkmış. Yetenek ağacını açar açmaz direk tasarımında dahi bişeyler değiştiğini görebiliyoruz. Pasif yeteneklerimiz, yetenek sayfasının sağ tarafında bulunuyorken, aktif yeteneklerimiz ve ulti’miz sol tarafta gözüküyor. Ayrıca ikinci oyunda 3. bir yetenek daha kazanıyor. Örneğin Warlock bu üçüncü yetenek sayesinde olduğu noktada bir güç alanı açabiliyor, seçtiği özelliğe göre bu alanda olduğu süreç içerisinde canını yenileyebiliyor, ya da hasar artışı alabiliyor. Hunter’da ise düşman yeteneklerin hızlıca kaçılabilen yeni bir yeteneğimiz var. Titan tarafında ise ortaya bir kalkan açabiliyor ve düşman ateşinden korunabiliyoruz.
Grafikler tarafında ise ilk oyun ile arasında öyle aman aman farklar yok. Ancak konsollar için konuşursak ilk oyuna göre kaplamaların daha özenle hazırlandığını söyleyebilirim. Ayrıca birşeyleri patlattığınızda fiziksel olarak gerçekçi hareket eden ve yere düşen kıvılcım gibi efektlerin oldukça hoş gözüktüğünü belirteyim. Ancak genel hatları ile incelediğimizde oyun birinci oyun ile öyle çok ciddi bir farklılık sunmuyor.
Sesler tarafında ise Bungie yine farkını ortaya koymuş. İlk oyunda hala açıp açıp dinlediğim müzikler, ikinci oyunda da aynı kalite ile karşımıza çıkmış. Yine YouTube’da bol bol Destiny 2 soundtracks yazıp dinleyeceğiz gibi gözüküyor. Seslendirmeler konusunda ise yine oyun başarılı bir iş çıkarmış. Karakter seslendirmeleri çok daha keyifli gözüküyor.
Spotify listemiz yine şenlenecek.
İncelemenin ilk bölümünü bitirmeden önce bahsetmem gereken bir konu daha var. Oyunun hikaye akışı nasıl? Öncelikle ilk yapımın en çok eleştirilen noktalarından biri hikaye konusunda oyunun sizlere neredeyse hiçbirşey anlatmıyor oluşuydu. İkinci oyunda bu eksik giderilmiş, artık ne yaptığınızı, neyi neden yaptığınız, oyun size dinamik bir şekilde anlatıyor. Ayrıca ara sahnelerin de bol bol kullanıldığını belirtelim. Ancak görevlere girdikten sonra, görevlerin işleyişi ilk oyundan pek farklı değil. Yani aklınızda Call of Duty gibi yanımda NPC’ler ile savaşabilecek miyim diye merak ediyorsanız, cevabımız hayır. Oyun yine sizi tek başınıza belirli noktalara götürmeye devam ediyor.
Destiny üzerinden bir hafta geçtikten ve Raid’ler de açıldıktan sonra incelemeye kaldığımız yerden devam edebiliriz. Bu bir haftalık süreç içerisinde oyunun hikayesini tamamen bitirdiğimi, yan görevleri tamamladığımı, tüm strike’ları yaptığımı, PvP mod’unda hatrı sayılır bir zaman geçirdiğimi, oyundaki karakterimin Power’ını (Destiny 1’deki Light) 267 seviyesi çıkardığımı, Raid’in ilk bölümünü geçtiğimi ve 10 adet farklı Exotic ekipman düşürdüğümü belirteyim. Anlatmaya çalıştığım şey, bir hafta içerisinde Destiny 2’de Raid hariç neredeyse tüm içeriği görmüş olduğum. Ancak Destiny 2 her ne kadar Bungie aksini iddia etse de bir MMO oyunu olduğu için yukarıda belirttiğim durumu eleştiri olarak kabul etmemek gerek. Sonuçta tüm MMO’larda oyun belirli bir noktadan sonra oyuncuyu aynı şeyleri tekrar tekrar yapmaya zorlar. Destiny 2’de de bir hafta sonunda bu durum yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Bungie zaman içerisinde yeni içerikler ile oyunu taze tutmaz ise, ilk oyundaki kısır döngü sorunu, ikinci oyunda da kendini gösterebilir.
İncelemenin ilk bölümünde bahsetmediğim hikaye tarafına şimdi biraz daha detaylı bir şekilde değinmek istiyorum. Oyunun tanıtımında sürekli olarak hikayenin ilk oyundan çok daha uzun süreceğini, hatta Bungie, oyuncuların hikayeden sıkılmalarından korktuğunu söylemişti. Ancak oyunu bitirdikten sonra hikayenin 10-12 saatlik bir sürede bittiğini söyleyebilirim. Hikayenin işleyişi ve ara sahneler bakımından kesinlikle ilk oyundan kat be kat yol katetmiş olarak oyun, hikaye görevleri bakımından ise birkaç görev hariç ilk oyundan pek de farklı bir işleyiş sunmuyor.
Görevlerin tamamında tek başımıza ilerliyor, nadiren oyundaki başrol kahramanlar ile birkaç saniye karşılaşıyor ve yine yanlız bir şekilde ilerlemeye devam ediyoruz. Ancak neyi neden yaptığmız, ana konunun ne olduğu, hikayenin ne anlattığını ilk oyuna kıyasla çok daha etkili bir şekilde bize sunuyor Destiny 2, ancak bu etkileyiciliğin ilk oyuna kıyasla iyi olduğunun altını çiziyorum, diğer oyunlara kıyasla değil. Şahsen Destiny 2’nin hikaye tarafından, tıpkı Battlefield 1’in, ya da Call of Duty’nin hikaye görevlerinde, dost NPC’ler ile birlikte saldırıya geçebildiğimiz görevlere benzer görevler de beklemiştim, ancak Bungie işi bu noktaya getirmemiş.
Strike’lar ise hikaye bakımından genellikle ana hikaye ile bağlantılı oluyor, ilk oyuna göre biraz daha uzun süren Strike’lar, çeşitlilik bakımından da yeterli seviyede gözüküyor. Şahsen Strike yaparken pek sıkıldığımı söyleyemem. Tabii ki aylar boyunca aynı Strike’ları baştan yapmak doğal olarak oyuncuyu yorabilir, burada iş yine Bungie’ye düşüyor. Ayda bir adet yeni strike dahi ekleseler, oyunun oynanış ömrünü ciddi anlamda artırabilirler.
PvP tarafında ise mod’ların ve oyuncu sayısının azaltılması, incelemenin ilk bölümünde de belirttiğim gibi farklılık bakımından olumsuz bir durum oluşturmuş. Bunu hem sıkıcılık hem de stres bakımından açıklamak istiyorum. Mod sayısının azalması ile birlikte PvP’nin dinamikliği azalmış, sürekli olarak aynı şeyleri yapmak, bir süre sonra oyunu Destiny mod’undan çıkarım sanki son yıllarda gelen Call of Duty oyunlarına benzetmiş. Sonunda “2” yazan bir yapımın, her ne sebeple olursa olsun ilk oyundan daha az içeriğe sahip olması kabul edilebilir bir durum değil.